Salona girer girmez birden dekor gözlerimi alıyor. Hayranlıkla sahneye bakıyorum. Yakından görmek, dekorun ortasında olmak istiyorum. Siyah beyaz bir fotoğraf sergisinde hissediyorum kendimi. Henüz hiç kimse gelmemiş. Sahne boş, seyirci dışarıda. Ben balkonda oturmuş boş sahneyi, kafeslerdeki balıkları, duvardaki fotoğrafları izliyorum. Fotoğrafların arasında en çok sigi dikkatimi çekiyor. Keşke sadece bana oynasalar gibi içimde değişik bir duygu oluşuyor.
Bilindik Türk filmi sahneleri geliyor aklıma. Sevdiği kadına gazinoyu ya da restoranı kapatan jönlerin arada bir tiyatroyu da kapatması gerektiğini hayal ediyorum. Bu hayal dünyamdan teşrifattaki negatif enerji topu hanım kızımız beni çıkarıyor. Henüz içeri kimsenin alınmaması gerektiğini zırvalayıp çıkmamızı istiyor. Balkondan aşağı sallamak içimden geçse de yapmıyorum:)
Ve oyun başlıyor.
..
..
Günümüz Avrupa’sında bir çatı katının hem ev hem de atölye olarak kullanıldığı bir mekân da Tarık’la Kathrine’nin aşkını işliyor görünse de dili, dini ve kültürü farklı olduğu için yabancı konumuna düşen daha doğrusu düşürülen, dışlanan, ötekileştirilen bir insanın dramı.
“Mutsuz, kuşku duyan, güvensiz biri âşık olabilir mi?”
Elbette olur… Şüpheci, paranoyak, güvensiz, korkak ve ilkel olur; tutkuyla da sevse sevdiğini incitir, acıtır…
Ve “aşk hep pis kokar.”
Böylesi bir mutsuzluğun, yabancılaşmanın, zaafların, gözden çıkarılmanın, yapayalnız olmanın, sosyal yaşama ayak uyduramamaktan kaynaklanan komplekslerin, korkuların, davranış bozukluklarının, ilişkilerdeki dengesizliklerin, güvensizliklerin olası sonuçlarını izlemek istiyorsanız sezon kapanmadan oyunu seyredin.
.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder