25 Mayıs 2011 Çarşamba

HASANKEYF-MİDYAT-DARA-SAVUR- MARDİN GEZİSİ 2.GÜN

Gülgöze Köyü, Midyat


Üç tepe üzerinde kurulan bu köy, uzak çevreyi göze çok güzel bir manzara veren, uzaktan da müthiş göründügünden, "INVARDO (Sür.) = Göze Gül gibi görünen" adı verilmistir.


Köyde mevcut olan bir kilise (Mor Hadbsabo) 5. Asırda Bizanslar tarafından inşa edilmiştir.


 



 



 



 






Midyat, Medeniyetler Beşiği Kent


Yukarı Mezopotamya’nın bir parçası olan ilce, düz bir arazi üzerinde kurulmuştur. Etrafı volkanik dağlarla çevrilidir.Midyat’ın coğrafi haritasında doğuda Dargeçit ilçesi, batısında Ömerli ilçesi, kuzeybatısında Savur ilçesi, kuzeyinde Batman iline bağlı Hasan keyf ve güneyinde Nusaybin ilçesi yer almaktadır. Midyat tarih sahnesinde mağaralar kenti anlamına gelen ‘Matiate’ adıyla girmiştir. Asur tabletlerine M.O. 9. Yüzyılda ‘Matiate’ olarak gecen Midyat’ın ilk yerleşim alanlarının mağaralar olduğunu gösteren ‘Eleth’ in Romalılar döneminden günümüze kadar geldiği söylenmektedir. Midyat’a 3 km uzaklıktaki ve Acırlı beldesi yakınındaki Eleth, Hasankeyf ile benzer özellikler göstermektedir. Su ana kadar bölgede düzenli bir arkeolojik çalışma yapılmamıştır. Midyat'ın ilk yerleşim yerleri olan mağaralarda; su biriktirmek için açılan kuyular ve havalandırma amacıyla bırakıldığı düşünülen mağara tavanlarındaki daire biçimindeki pencereler dikkati çekiyor. Midyat’ın yazılı tarihinde kimler tarafından kurulduğu bilinmemekle beraber tarih sahnesine M. O. 1000’li yıllarda girdiği yazılı ve bulgusal kanıtlarla ortaya çıkarılmıştır.


Midyat dünyanın en eski yerleşim bölgesi olan Yukarı Mezopotamya’da yer aldığı için tarih boyunca Sümerler, Asurlar, Urartular, Makedonlar, Persler ve Romalılar gibi bir çok uygarlığın egemenliğine sahne olmuştur.


M. S. 640 yılında, Hz. Ömer zamanında Romalıların egemenliğinden Müslümanlar’ın egemenliğine geçmiştir. Daha sonra bölgeye Emeviler ve Abbasiler egemen olmuştur.
Abbasilerin bölgeye egemen olmasıyla imar hareketleri başlamıştır. Midyat’ın köylerinin çoğu Abbasilerin en parlak dönemini yaşadığı Sultan Harun Reşid zamanında kurulmuştur.


 



 



Mor Gabriel  Manastırı


Süryanilerin ana yurdu olarak bilinen Turabdin bölgesinin kalbi konumundaki mor gabriel manastırı, Midyat ilçesinin 23 km. güneydoğusunda, meşe ağaçlarıyla örtülü tepelerin doruk noktalarından birinde 1610 yıllık uzun tarihi boyunca yaşadıklarını sergileyerek kendisine gelen konukları büyüleyerek karşılar. Manastır, 397 yılında Mor ŞAMUEL ve Mor ŞEMUN tarafından kurulmuştur. Ancak kısa zamanda manastır o kadar ünlenmiş ki, ünü o dönemde İstanbul ve Roma’da oturan padişahların kulağına kadar gitmiş. Roma imparatorları Arcadius ve Anastasius’un bağışlarıyla manastırda yapılan bazı önemli yapılar halen ayaktadır. Manastırın 5 ve 6. yüzyıllardan kalan muhteşem yapıları Bizans dönemi nadir mozaikleri, kubbeleri abbaraları, çan kuleleri, hareketli terasları, kapıları ve Midyat kesme taşlarından yapılan kapı ve yapılardaki motif ve süsleri ile herkesi büyüleyen manastır aynı zamanda Süryani Kilisesi’nin en önemli dini merkezlerinden biridir.



 



 



 


 


Kilise tarafından “ikinci Kudüs” olarak ilan edilen Mor Gabriel manastırı manastırlarıyla ünlü Yunanistan’daki Athos Dağında kurulu herhangi bir manastırdan en az 400 yıl daha eskidir. Kuruluşu Filistin’deki Mor Saba Manastırından yaklaşık 80 yıl Mısır, Sinai bölgesindeki Mort Katherina  Manastırından da bir buçuk asır öncedir. Dolayısıyla dünyanın en eski ve faal Hıristiyan manastırlarından biri olma özelliğine sahip olan Mor Gabriel Manastırı aynı zamanda 16 asırdır (zaman zaman savaş ve karışıklıklar nedeniyle boş kaldığı dönemler  hariç ) manastır yaşam tarzı ve geleneğini yaşatan manastırlardandır. Bu nedenle Mor Gabriel Manastırı hem Türkiye’miz hem de dünya tarih ve kültür mirasının en değerli ve görkemli yapıtlarından biridir demek mümkündür.



Beyazsu Vadisi


Subaşı olarak da adlandırılan Beyazsu köyünde bir heykel gibi dikilmiş kayaların eteklerindeki evlerin temellerinden göze göze su çıkıyor. Nereye baksanız dağların içinde arınmış, yıllarca dağların yüreğinde kalmış bir su kaynıyor.Köylüler suyun kenarlarına yaptıkları küçük oturma yerleri ile yerli ve yabancı turistlere hizmet sunmaya çalışıyorlar.

 


 

Mezopotamya'nın Efes'i Dara


Mardin’in Güneydoğusunda 30 km.uzaklıkta Oğuz Köyü’ndedir. Burası eski Mezopotamya bölgesinin en ünlü kenti iken bugün küçük bir köy yerleşmesi haline gelmiştir. Yerleşme Büyük İskender’le Dara’nın savaşına da sahne olmuştur. Kent İran Hükümdarı ünlü Darayuvaşi tarafından kurulmuş, çeşitli dönemlerde İranlılarla Romalılar arasında el değiştirmiştir. VII yy. sonlarına doğru Emevilerin daha sonra Abbasilerin XV yy.da Türklerin eline geçmiştir. Kalıntılar arasındaki büyük kesme taşlar ve arasıra bulunan paralara bakılacak olursa Dara’nın geçmişte büyük ve görkemli yapılara ve zengin hazinelere sahip olduğu söylenebilir.

 



 



 

Dara Kent Kalıntıları Mardin yönünden gelirken solda kayala içinde oyulmuş çevresi 8-10 km yi bulan geniş bir alana yayılmış mağara evler vardır. Buradan çıkan taşları kentin diğer bölümünde kullanıldığı görülmektedir. Mağaraların doğusunda yeralan kaya mezarları Kuruçayla sınırlanmaktadır.  Asıl kent çevresi 4 km.surla korunmuştur. Güney ve Kuzeye açılan iki kapısı vardır. İçkale kentin kuzeyinde ve 50 metre yüksekliğindeki tepenin üst düzlüğüne kurulmuştur. Bugün tepe üzerinde evler yapılmış olup, kalenin temel izlerinden başka bir şeyi kalmamıştır. Kent kalıntıları içinde kilise, saray, çarşı ve depoları, zindan, tophane ve su bendi halen görülebilmektedir. Köyün kuzeyinde, güneye doğru inen kayalar oyularak, görkemli birsu bendi yapılmıştır. Bugün de bentten su akmaktadır. Yörede pek çok tarihi eşya, para ve heykeller çıkmaktadır.

Dara Kalesi(Daras Anastasiupolis)

Merkeze bağlı kale, Mardin şehrinin 30 km. doğusunda, meşhur Dara Harabeleri içinde yığma bir tepe üzerinde yükselir. Burası Yukarı Mezopotamya Bölgesinin en ünlü tarihi şehri iken bugün bir köy görünümündedir. Oysa ki, tiyatro sahneleri, su sarnıçları, su değirmeni, barajı, mahsara, köprü, 40 m. derinliğinde yer altındaki zindanı ve üniversitesiyle çok önemli bir medeniyet katmanı olarak tarihte parlak bir dönem yaşamıştır.

Kaleyi meşhur İran hükümdarı Dara Yuvaniş yaptırmıştır. Miladın ilk yıllarına kadar İranlılar'la Romalılar arasında el değiştirmiş kale günümüze kadar özeliğini korumuştur.

 

MEZOPOTAMYA'NIN İLK BARAJI

Antik kent, Doğu Roma'nın diğer deyişle Bizans'ın, Güneydoğu metropolü Nisibis'ten (bugün Nusaybin) sonra ikinci önemli sınır kenti olarak biliniyor. Kaynaklara göre ticaretin kalbi İpek Yolu, kentin içinden geçiyordu. Bu transit ticaret merkezi, bir dönem piskoposluk merkezi de olmuş ancak sürekli devam eden akınlar sonrasında sönüp gitmişti.

Bilgilendirme tabelaları Dara'nın Mezopotamya'nın ilk barajının ve sulama kanallarının kurulduğu kent olduğunu yazıyordu. Bugün şaşırtıcı nizamıyla dikkat çeken kanallara ait izler yerli yerindeydi. Su sarnıçları, su depoları, bir su medeniyetine işaret ediyordu. Suyun akışını, oranını ya da bekletilmesini kontrol edebilen bir sistemin kalıntıları olan havuzlu salonu ve hendeği ile beraber. Oyma kaya evler, tavanlarındaki süslemeleri, duvarlarına işlenmiş Meryem, İsa ve haç figürleriyle kaya kiliselerine dönüşmüş yapılar kentin Hıristiyanlık macerasını anlatıyordu. Fakat Dara pek çok dine farklı zamanlarda ev sahipliği yapmıştı. Din çeşitliliği, beraberinde çatışmaları getirmişti. Bu durum da bugün farklı dinlere ait simgeleri bir arada görmemizin sebeplerinden biri olarak görünüyor.

Mezopotamya'nın Efes'i olarak nitelenen Dara kentinin parçaları şu an varolan köyün inşasında kullanılmıştı. Ve bu yüzden kent hakkında net verilere ulaşmayı güçleştiriyordu.

 



 



 

 

17 Mayıs 2011 Salı

HASANKEYF-MİDYAT-DARA-SAVUR- MARDİN GEZİSİ 1.GÜN

Dijital grup üyeleriyle beraber 12 mayıs tarihinde HASANKEYF-MİDYAT-DARA-SAVUR- MARDİN gezisine  katıldım.Gezi sırasında çok şeker insanları tanıma,kaynaşma,daha ilginçleriyle odamı paylaşma fırsatı buldum:)

Geziyi düzenleyen Dijital Grup kurucusu Melih Özbek, Frekans Turizm Acenta sorumlusu Haşim Ağca, Tur rehberi Gani Tarkan,  Dijital Grubun şeker üyelerine ve getirmeyi unuttuklarımı ve hayat deneyimlerini benimle paylaşan Aysel Hanıma sonsuz teşekkürlerimi borç bilirim.

 



Hasankeyf adının kaynağı

Ortaçağ İslam tarihçileri tarafından ''HISN KEYFA” adıyla bilinen şehrin birkaç adının daha olduğu tarihi kayıtlardan anlaşılıyor. Doğal kayalardan oluşan sarp kalesi ve korunmaya elverişli coğrafi yapısı nedeni ile bu aldığı sanılıyor. İslâm coğrafyacısı Yakut el-Hamevi, buraya Hısn Keybâ da dendiğini ve bunun Ermenice’den geldiğini sandığını söyler. Roma tarihçileri buraya Kipas, Cehpa veya Ciphas adlarını vermişlerdir. Süryanice’de kaya taş manasına gelen “kifa” kelimesinden dolayı bu adın verildiği de söylenmektedir. İslami kaynaklara  göre burası “Hısn Luğûb” adıyla biliniyordu. Osmanlı belgelerinde ise “Hısnkeyf” olarak geçmektedir.

Tarihi

Hasankeyf il merkezine 37 km. Uzaklıkta tarihi bir yerleşim birimidir Kuzeyinde uzanan Raman sıra dağları ile güneyinde yer alan sıra dağlar arasındaki vadi içerisinde akan Dicle nehri kenarında yer alan Hasankeyf ilçesi Dicle’nin sağladığı imkanlarla bereketlenmiş bu günkü suskun tarih fışkıran görüntüsü ile izleyenlere geçmiş ihtişamından esintiler sunmaktadır

1926 yılında Gercüş ilçesine Bucak olarak bağlanan Hasankeyf Batman'ın il olmasıyla 18 Mayıs 1990 tarihinde ilçe olarak Batman'a bağlanmıştır. Sanayinin gelişmediği ilçeden göç olmaktadır. GAP kapsamında yapımı programlanan Ilısu barajı suları altında kalacağına ilişkin bilgiler 35 yıldan beri ilçeyi yatırımlardan mahrum bırakır olmuştur. 21 köyün bağlı olduğu Hasankeyf'te yaygın olan dokumacılık sanatı da yok olmak üzeredir. Vadi içerisinde oluşan verimli tarım alanları sera işletmeciliği için oldukça elverişlidir Tarıma elverişsiz alanlarda meralarda hayvancılık yapılmakta kış mevsiminde göçerlerin kışlağı olan ilçe toprakları bölgede süt ürünlerinin ucuz olmasını sağlar. Ayrıca Dicle nehrinde alabalık avcılığı yapılmaktadır. İlçe merkezinde 4181 köylerde ise 7240 kişi yaşamaktadır. Şehrin kimler tarafından kurulduğu kesinlikle bilinmemektedir. Sadece ilk çağda “CEFA“ adını taşıdığı ve bir Süryani Piskoposluğun merkezi olduğu bilinmektedir. İnşa edildiği arazinin kolaylıkla işlenmeye müsait olması yüzünden kasabanın çevresi mağaralarla doludur. Arazinin bu müstesna kabiliyeti daha ilk devirlerde bu tabii mağaraların ilk insanlar tarafından barınma merkezi olarak kullanıldığını göstermektedir. Buna bir de Hısn-Kayfa'nın kurulduğu yerin sakeri ve iktisadi önemi eklenince kasabanın bütün ortaçağ boyunca önem ve kıymetini muhafaza etmesinde amil olmuştur. Hasankeyf Diyarbakır-Cizre yolu üzerinde Dicle nehrinin doğu kenarındadır. Diyarbakır ile Dicle'nin aşağı kısımlarında şehir ve kasabalar arasında nakliyat ilk zamanlardan beri su yolu ile yapılırdı. Diyarbakır'dan güneye doğru giden anayol Dicle vadisini takip ederdi. Bu iki neden dolayısıyla Hasankeyf Askeri ve iktisadi önemini asırlar boyunca muhafaza etmiştir.



 

 

Diyarbakır'dan kalkan Kelekler Hasankeyf yol vermedikçe Güneye inemezlerdi. Yukarıdan gelen karayolu üzerinde de Hasankeyf aynı rolü oynardı. Bu nedenle Hasankeyf Diyarbakır-Cizre kara ve su yolları üzerindeki stratejik ve ekonomik görevini asırlar boyunca elden bırakmamıştır. İslamiyetin yayılmasından sonra Hasankeyf'i fethetmek üzere birçok akınlar yapılmıştır. Hz.  MUHAMMED'in(S.A.V.) akrabası Cafer'i Tayyar'ın oğlu imam Abdullah ile ünlü komutan Varkenna Hasankeyf kuşatması sırasında şehit düşmüşler.(H. 651 mezarları Hasankeyf'tedir.) Hasankeyf İslam hakimiyetine girdikten sonra sırasıyla Abbasilerin Hamdaniler’in Mervanilerin eline geçmiştir.  Türkler tarafından Hasankeyf'in fethi 1071 Malazgirt Meydan Muhaberesinden sonra olmuştur. Selçuklu Sultanı Alparslan'ın komutanlarından Artuk oğlu Sökmen 1101 yılında burada ilk Urartu beyliğini kurmuştur. Tarihçiler bu devri HISN-KAYFA ARTUKLULARI olarak isimlendirmişlerdir. Hasankeyf önce Artukoğulları’na sonra onların “AMİD“(Diyarbakır) ı fethetmeleri üzerine her iki ülkeye 130 sene başkentlik etmiştir. Bu devlet 1231-32 yılında yıkılana kadar şehri imar etmişlerdir. O devirde halen Dicle köprüsü büyük ve küçük saray kale kapıları ayakta kalan yapılardır. Artuklular’ın burada para bastıkları ele geçen sikkelerden anlaşılmaktadır. Bu Gün Hasankeyf'te harap bir şekilde gördüğünüz kıymetli eserlerden bir çoğu Artukoğuları zamanının hatırasıdır.



HAH(ANITLI)  KÖYÜ

Tur Abdin´in ünlü köylerinden biri olan ve her taşı tarih kokan Hah köy´ü geçmiş zamanda vilayet idi. Hah tarihi Milattan önce 1000 yıllara kadar dayanır. Eski adi M.Ö. 879 çivi yazısında Habi, Hahiya veyahut Habhi(ya) olarak bilinmektedir. Yüksek ve geniş bir alan üzerinde kurulan Hah köyü, bağ, bahçelerle çevrilidir. Burada nar, badem ve incir ağaçları çoktur. Hah köyü Midyat´in kuzeyinde kalıyor. Burada Hinno sülalesine ait yüksek asigah olan motifli, kale biçiminde eski bir burç yani köşk(kasro) vardır. Bu köşk ise kral Hanna´ya ait olduğu rivayet edilir ve ayni zamanda katliam döneminde köy ve çevre Süryanileri bu köşke/kaleye sığınmışlardı.


Meryemana Manastırı


 


Bugün Hah köyünde 18 Süryani ailesi yasamaktadır. Bugün, Hah köyü elektriğe, suya ve telefona kavuşmuş durumdadır. Bunların ruhani görevlerini Keferzeli Rahip Muse Gürbüz yerine getirmektedir. Hah Süryani Arami toplumu da Tur Abdin bölgesi Süryanileri kardeşleri gibi çoğu 1980´lerde Almanya ve diğer Avrupa ülkelerine göç etmişlerdir. Bugün Diasporada yasayan 250 aileye yakın Hah´lı Süryani bulunmaktadır. Hah’taki Süryanilerin çabaları ve Diaspora´da özellikle Almanya´da yasayan Hah´lıların gayretleri ile Meryemana Manastırı bir kaç seneden beri köklü bir onarımdan geçmektedir. Amaç, bu tarihi manastırın otantik varlığını korumak, ve bu şekilde daha nice yüzyıllara göğüs germesini sağlamaktır.